31 Ekim 2009 Cumartesi

Help! I Need Somebody

Nedense herkesin Pazartesi Sendromu diye adlandırdığı olay bende pazar öğleden sonra (hatta bu sefer Cumartesi'den) baş gösterir, bu nedenle oldum olası sabah geç kalkılan, ailecek güzel bir sofrada kahvaltı edildikten sonra kahveyle birlikte gazete okumak üzere salona geçilen ve genellikle gazete okuma seansı sonrası güzel bir film izlenen pazarları sevememişimdir. Bütün o 'zevkli' olarak tabir edilen ve çoğu artık geçmişte kalmış o aktivitelerin hiçbiri beni mutlu edemiyor, çünkü o sırada pazartesi beni benden almış oluyor! Ödevler bitti mi, haftaiçinde hangi sınavlar var, hangi gün afterschool'a kalınacak, hangi gün kurs ders zart zurt var, yeter artık! Bütün bunları düşünmek zorunda mıyım canım? Zaten haftaiçinde yeterince yüzleşmek zorunda kalıyorum bütün bu gerçeklerle, reva mıdır bu duygu öğrenci milletine?
Hem her pazar, haftasonu yan gelip yatmış ve bütün ödevleri tatil ne kadar uzun olursa olsun son güne bırakmış tipik öğrencinin başına mutlaka bir aksilik gelir. Ya sınavı olan bir kitap/defter okulda unutulur, ya bitirilmesi gereken okul dışı bir iş çıkar,ya kardeş "Abla çok önemli bir ödevim var noolur yardım et" ya anne "Bak bu sefer ayıp oluyor kızım Gaye Teyzenlere biz gidiyoruz sen hiç gelmiyorsun, bu sefer sen de bizimle gel" der vs. vs. vs.
Öğrencilerin (en azından benim) kendilerine söyledikleri en büyük yalansa "Şimdi erken yatıyım, yarın sabah erken kalkıp çalışıcam" sözüdür. Öğrenci kararlıdır, çalışmamak için normalde zorlasalar yatmayacağı bir saat olan 10 sularında pijamalarını giyer, lenslerini çıkarır ve alarmını 5.00'a kurar. Hatta ve hatta çalışacağı kitapları da masanın üstüne koyar ki hazır olsundur, sabahın köründe onları bulmakla uğraşmasındır. Gece, essay yazma ve kitap okuma temalı 'tatlı' rüyalardan sonra 5.00'da alarm çalmaya başlar. Bu noktadan sonra iki seçenek vardır: ya kalkıp lensler takılıp 10 dakika çalışılıp geri yatılacak ya da alarm önce 5.05'e, sonra 5.15'e, sonra 5.25'e derken servisin gelme saatinden 10 dakika önce olan 6.00'a kurulacaktır. Genellikle ikinci opsiyonun rağbet görmesiyle beraber, ilk opsiyon da tarafımızdan birkaç kez denenmiş olup, sonradan çok verimli (!) olduğu iddia edilmiştir.
Bir de tabii bütün bunları hiç takmayıp da bütün derslerde bir sonraki dersin ödevini yetiştirmeye çalışanlar vardır ki bu durum yazarımız tarafından pek takdir edilmez, çünkü yazar ne yapıp edip 5.00'da da kalkıp ödevlerini bitirmiştir ve bu veletler 5 dakikada onun bütün uykusuz geceleriyle dalga geçercesine ödev geçirmektedirler. Bazı ekstrem durumlar da vardır: 9. sınıfta E.A (17) Kimya lab report'unun teslim edilme tarihinde sabahtan lab report'u ondan bundan geçirerek yazmış, raporun sonuç kısmını yetiştirememiş, bir hafta sonra lab report'lar öğretmen tarafından okunup geri dağıltıldığı gün sınıfın arka sıralarında oturup arka sayfaya 5 dakikada harıl harıl conclusion yazıp dersin sonunda geri götürünce "Hocam arka sayfada conclusion vardı, görmemişsiniz" diyerek puan almayı da başarabilmiştir. Tabi bunu evde denemeniz önerilmez!
Neyse sanırım yine çenem düştü ama bıraksanız bu konuda tez bile yazabilirim. Her türlü öğrenci davranışını gözlemlemişliğim vardır çünkü. Daha önce defterimi çalmaya çalışanlar olduğu gibi, fotokopisini çektirip satmaya çalışanlar da oldu (!) Bir keresinde çok sevgili bir arkadaşım Cuma sabahı saat 13.00daki Fransızca finaline çalışırken, 09.00'daki Biyoloji finalini unuttu ( hatırlaması ise daha komik-Lise Office İzmir'deki annesini, İzmir'deki annesi Ulus'taki E. B( 17)'yi aradı- E.B de o telaşla çorap bile giymeyi unutarak 09.25'te sınava yetişmeyi başardı) E.B daha önce bütün coğrafya notlarını sınıfla paylaşmış, sınıf ortalaması 70lerdeyken kendisi 60 almıştı! (Bu yüzden kendisini hala çok seviyoruz)
Şimdilik benden bu kadar, daha sabah kalkıp kimya çalışıcam!

New Me Resolution


Her sene alışkanlığımdır, yeni yaşım ve yeni yıl aynı zamana denk geldiğinden ve sürekli kendine sözler veren (ama tabi ki tutamayan) bir insan olduğumdan olsa gerek New Year's Resolution listesi yaparım kendime. Bu 4 günlük tatilde de kendimi yenilemeye ve deyim yerindeyse "temiz bir sayfa açmaya" karar vermiştim. Az önce sevgili thefoolonthehill'in Wishlist'ini görünce, hazır kimya da çalışmıyorken, kendime güzel güzel sözler veriyim, hem bu sefer blog'umda yayınlayım da bari daha tutulabilir olsunlar dedim adını da New Me Resolution koydum=) O zaman listemize başlayalım:

  1. Daha az telefonla konuşmalıyım
  2. Daha çok Biyoloji ve Kimya çalışmalıyım
  3. Spora düzenli olarak gitmeliyim
  4. Sabah kalktığımda güne mutlu başlamalıyım
  5. Manik depresif hallerimden kurtulmalıyım
  6. Facebook'ta daha az vakit geçirmeliyim
  7. Annemle daha az kavga etmeliyim
  8. Annemle daha az kavga etmeliyim
  9. Annemle daha az kavga etmeliyim
  10. İyi kalpli kardeşime daha çok vakit ayırmalıyım
  11. Bir hedef belirlediysem, bunun için çalışmalıyım (hadi göreyim seni)
  12. Güzel write-up'lar yazmalıyım ki söz konusu kişiler beni unutmasınlar=) (siz anladınız onu)
  13. Ve tekrar daha az telefonla konuşmalıyım
  14. İstediğim filmlere artık gidebilmeliyim
  15. Her canım sıkıldığında çikolataya başvurmamalıyım
  16. Yemeksepeti.com'la bütün duygusal bağlarımı koparmalıyım
  17. Başucu kitaplarımı (!) artık gerçekten okumalıyım
  18. Kelime ezberlemeliyim
  19. "Harry olsa ne yapardı?" diye düşünmekten vazgeçmeliyim ya da vazgeçmemeliyim :S
  20. Kamper'le aramı artık gerçekten düzeltme vakti de geldi
  21. Geriye dönüp baktığımda bu okulda çok güzel günler geçirdim diyebileceğim anılar edinmeliyim kendime (evet bi sürüsünü edindim -zaten isteyince de olmuyor böyle şeyler)- Ne demiş çocukluğumuzun romantik prensi Mirkelam: "Geçip giden zamanları bir yerlerde bulsam/Sonra üzülsem/Üzüldüğüme üzülsem"
  22. Beni üzenlerden uzak durmalıyım (Ne demiş ünlü düşünürümüz Atiye:"Üzeni yolla")
  23. Bol bol güzel hayaller kurmalıyım
  24. Hayal kurmayı kesip gerçek yaşama dönmeliyim
  25. Evet yapmalıyım bunu!
You may say I'm a dreamer
But I'm not the only one

Aşk İki Kişiliktir

Yitik bir ezgisin sadece,  
Tüketilmiş ve düşmüş, gözden. 
Düşlerinde bir çocuk hıçkırır  
Gece camlara sürtünürken;  
Çünkü hiç bir kelebek  
Tek başına yaşayamaz sevdasını,  
Severken hiçbir böcek  
Hiç bir kuş yalnız değildir;  
Ölümdür yaşanan tek başına,  
Aşk iki kişiliktir. 


Ataol Behramoğlu

30 Ekim 2009 Cuma

Offf, offf

ÇOK ÇOK ÇOK SİNİRLİYİM!

Bekledikçe siniri artar mı insanın??

Ya da sinirden ağlamak isteyip de gururundan ağlayamadığı olur mu?

Oluyormuş işte!

Böyle durumlarda susmak mı çaredir konuşmak mı?

29 Ekim 2009 Perşembe

SAT word of the day -unscrupulous

unscrupulous adjective


behaving in a way that is dishonest or unfair in order to get what you want
an unscrupulous financial adviser

The unscrupulous salesman was fired for lying to his customers.

Beyaz Kale okuyorum, hayatımı yaşıyorum.

Boat Behind - Kings of Convenience

So we meet again after several years
Several years of separation
Moving on, moving around
Did we spend this time chasing the other's tail?

Winter and Spring, Summer and Fall
You're the wind surfer crossing the ocean - I'm the boat behind
Skiffle and rag, shuffle and waltz
You're the up tip toe ballerina - I'm the chorus line:

Singing
Ohohohoh, I could never belong to you
Ohohohoh, I could never belong to you

River and sea, picking up salt
Through the air as a fluffly cloud falling down as rain.

I don't like this story


İki gündür aklımda taaa yazın Koç Üniversitesi'nin sıkıcı yurtlarındaki sıkıcı balkonlardan birinde gece hiç uyumamış halimle izlediğim film var: The Fall. Birden bire nereden aklıma takıldı bilmiyorum ama o kadar tekrar izleyesim var ki, hemen Kadıköy'deki her zamanki korsan DVD'lerimi aldığım pasaja gidip (bunu da utanmadan söyledim- ama geniş bir orjinal DVD koleksiyonumun olduğunu da gururla söyleyebilirim efendim) The Fall'u almak ve evde en yumuşak koltuğumda oturup, elimde kahvemle, ayaklarımı uzatarak tekrar izlemek istiyorum.
O filmi izlediğim günden beri hayatımda pek çok şey değişti ya da değişmedi. Yeni kararlar, yeni hayatlar, yeni yollar... Evet söyleyince çok klişe geliyor ama gerçek bu. Tanıdığımı sandığım insanları tanımadığımı, o zaman bana çok yakın olan insanlarla artık koptuğumu ve her şeye rağmen hayatın bize hiç aldırmamacasına burnu havada, bize küstah kahkahalar atarak emin adımlarla devam ettiğini fark ettim. İnsanları kolay tanıdığımı düşünürdüm, "There is no art to find the mind's construction in the face" deyip yine de Macbeth'e kanan King Duncan misali. Biz de aynı King Duncan gibi kendimize sözler verip, doğru tespitlerde bulunup yine ve yeniden aynı hatalara düşüyoruz. Öğrenmiyoruz, yada öğrenmek istemiyoruz. Annem hep "Herkesle yakın ol ama hep bir mesafe olsun" derdi bana, doğru mu yanlış mı? Ben hiçbir zaman bütün duygularımı düşündüklerimi biriyle paylaşamayacak mıyım? yada bir insana tamamiyle teslim olamayacak mıyım? Hep mi bu küçük hesaplar?
The Fall'a geri dönelim yoksa "J'aime la vie" yalan olucak. İki seçeneğiniz var: ya kendinizi hikayenize inandıracak, yada hikayenin bir parçası olmayacaksınız.

- All right, close your eyes. What do you see?
-
Nothing.
-
Rub them... Can you see the stars?
- Yes.


28 Ekim 2009 Çarşamba

SAT word of the day


impenitent adjective


not sorry or ashamed about something bad you have done, unrepentant, obdurate
To this day she remains impenitent about her criminal past.

27 Ekim 2009 Salı

Sen hangi moddasın bugün?

Bodrum'da bir haftalığına bize kalmaya gelmiş olan can, canan insanla Yalıkavak'ta sahilde günbatımında yürürken anı ölümsüzleştirmek istercesine fotoğraf çektirmek istemekteyiz.Başarılı bir çekimden sonra, iyi kalpli küçük kardeş annesinin de fotoğrafını çekmek ister. Anne poz verir, tam o sırada rüzgar eser ve fotoğrafta annenin kafasının tam ortasındaki bir tutam kendini kurtarmış, hayata, rüzgara ve anneye meydan okurcasına dikilmektedir. Küçük kardeşten tepki:
"Anne horoz modu'nda çektim."

Peki bu sene benim notlarım neden bu kadar kötü?

SAT word of the night

Kelime ezberlemek (yada ezberleyememek) tam bir kabus! Oturup ezberleyemiyorsunuz. Sonunuz ya facebookta ya da Şekil. A blog'unuzda bitiyor. Arkada ise Pink Martini'den Everywhere çalıyor, önerilir.

Dayanamadım napiyim, çok çalışkanım bi kelime daha koyayım da neşemiz yerine gelsin dedim. Evet yaptım bunu! Sevgili Model Birleşmiş Milletler klübü başkanımız, klübü sözlü olarak SAT çalıştığı ortam olarak görüyorsa, ben niye kendi öz be öz blog'umu SAT çalışmak için kullanmayayım?

bu kelime anlamı kötü olsa da kulağa çok hoş geliyor.

penurious Adj

extremely stingy, frugal, avaricious, greedy, thrifty, parsimonious

Ebenezer Scrooge (!!!) was most penurious, refusing to give even a penny to charity.

Buna başka cümle bulamıyorum, çünkü hayatımda cimri insan yok ama bencil insan çok...

(Pink Martini'nin Arapça şarkıları çok komik)


Whistle for the Choir - The Fratellis


Well it's a big big city and it's always the same
Can never be too pretty tell me your name
Is it out of line if I was to be bold and say "Would you be mine?"

Because I may be a beggar and you may be the queen
I know I may be on a downer i'm still ready to dream
Though it's 3 o'clock the time is just the time it takes for you to talk

So if you're lonely why'd you say you're not lonely
Oh you're a silly girl, I know I heard it so
It's just like you to come and go
And know me no you don't even know me
You're so sweet to try, oh my, you caught my eye
A girl like you's just irresistible

Well it's a big big city and the lights are all out
But it's much as I can do you know to figure you out
And I must confess, my heart's in broken pieces
And my head's a mess
And it's 4 in the morning, and I'm walking along
Beside the ghost of every drinker here who has ever done wrong
And it's you, woo hoo
That's got me going crazy for the things you do

So if you're crazy I don't care you amaze me
but you're a stupid girl, oh me, oh my, you talk
I die, you smile, you laugh, I cry
And only, a girl like you could be lonely
And it's a crying shame, if you would think the same
A boy like me's just irresistible

So if you're lonely, why'd you say you're not lonely
Oh you're a silly girl, I know I heard it so
It's just like you to come and go
And know me, no you don't even know me
Your so sweet to try, oh my, you caught my eye
A girl like you's just irresistible


Dünyanın en şeker sözlerine ve müziğine sahip olan şarkısı. Adının Whistle for the Choir olmasının tek sebebiyse nakaratta ıslık çalıyor olması. Sonsuza dek çalabilir...

SAT word of the day - to regurgitate





regurgitate verb


If you regurgitate facts, you just repeat what you have heard without thinking about it
Many students simply regurgitate what they hear in lectures.

The teacher wanted us to examine ideas rather than to regurgitate memorized facts..

People are just regurgitating what they see on TV.

Many students regurgitate the facts in the exam and then fail.

Life is a simple act of regurgitation.

Tecimer'e selam olsun- bu kelimeyi duysa ezberlenmiş derdi!!!!



26 Ekim 2009 Pazartesi

Killing Moon - Nouvelle Vague




Under blue moon I saw you
So soon you’ll take me
Up in your arms
Too late to beg you or cancel it
Though I know it must be the killing time
Unwillingly mine

Fate
Up against your will
Through the thick and thin
He will wait until
You give yourself to him

In starlit nights I saw you
So cruelly you kissed me
Your lips a magic world
Your sky all hung with jewels
The killing moon
Will come too soon

Fate
Up against your will
Through the thick and thin
He will wait until
You give yourself to him

Fate
Up against your will
Through the thick and thin
He will wait until
You give yourself to him

Under blue moon I saw you
So soon you’ll take me
Up in your arms
Too late to beg you or cancel it
Though I know it must be the killing time
Unwillingly mine
Unwillingly mine

Aslında 1980lerin Liverpool'lu siyah beyaz grubu Echo&the Bunnymen'in söylediği bu şarkıyı Nouvelle Vague'dan dinlediğinizde ikisinin aynı şarkı olduğuna inanamayabilirsiniz.
Hani olur ya, Alice Harikalar diyarındadır, birden bire rengarenk kaplı karolarla dolu avluda bulur kendini, wonderland'de kuş cıvıltıları vardır, siz tam Alice'e "Dur yapma" diye bağıracakken hikaye birden Amélie'ye dönüşüverir, küçük Amélie elinde fotoğraf makinesiyle tavşan, köpecik şeklindeki pofuduk bulutları çekerken size göz kırpar, tam bir adım daha atacakken çay partisindesinizdir, gökyüzüne uzanmaya çalışırsınız pofuduk bulutlar pamuk şekeri olmuştur. Tam ilk lokmayı almışsınızdır ki her şey bir rüyadır.
Şarkı bittiğinde de böyle hissetti bu insan...

SAT word of the day- to abridge


abridge verb


to make a book, play or piece of writing shorter by removing details and information that is not important
The book was abridged for children.

I have only read the abridged version of her novels.

You'll read an abridged version of my life today.

Abridge is a village in Essex, England. It is on the River Roding, 26 km (16 miles) south-west of the county town of Chelmsford (hah!)

This week is abridged thanks to H1N1





25 Ekim 2009 Pazar

Girl


Is there anybody going to listen to my story
All about the girl who came to stay?
She's the kind of girl you want so much
It makes you sorry
Still you don't regret a single day.
A girl
Girl
girl

When I think of all the times I've tried so hard to leave her
She will turn to me and start to cry;
And she promises the earth to me
And I believe her
After all this time I don't know why
A girl
Girl
Girl

She's the kind of girl who puts you down
When friends are there, you feel a fool.
When you say she's looking good
She acts as if it's understood.
She's cool, cool, cool, cool,
A girl
Girl
Girl

Was she told when she was young that pain
Would lead to pleasure?
Did she understand it when they said
That a man must break his back to earn
His day of leisure?
Will she still believe it when he's dead?
A girl
Girl


Her girl deyişinden önceki iç çekişi...

SAT word of the day

Demiştim, şu SAT başımı ağrıtan en büyük sebeplerden. Çalışmaya başlamak için gaz olsun diyoruz ve ilk kelimemizi post ediyoruz:

exacerbate

(verb)

To make something which is already bad worse.

This attack will exacerbate the relations between two communities.

A heavy rainfall exacerbated the flood.

This biology lab report is exacerbating my headache.

There's hundreds of Zombies outside and they're going to exacerbate things.

Masumiyet Müzesi exacerbated my perception of Orhan Pamuk.

Ron's departure exacerbated Harry's trust in himself.

This entry exacerbated my blog.

Exacerbation rules my world.



24 Ekim 2009 Cumartesi

Başlarken

Uzun süren blog ismi bulma çabaları, Angie'nin destekleri, thefoolonthehill'in isimlerimizi beğenmemeleri ve yazılan Facebook notları sonrası bu cumartesi akşamı ani bir kararla Je fais du vélo adlı blogumla ben de aranızdayım=)

Aslında şuan yapılcak milyonlarca işim var ama mütemadiyen melankolik olan bu kulunuzun zaman zaman yazmaya çok ihtiyacı oluyor, şarkı söylemeyeyse her zaman (onu da çevremdekilerin kafasını evde,okulda, koridorda, asansörde şişirerek yapıyorum zaten). Bu blog'la ruh halimin iniş ve çıkışlarını gözlemleyebilir ya da bana hiç bulaşmamayı seçebilirsiniz- evet hala şansınız var.

Dediğim gibi sağım solum belli olmaz- çok çabuk mutlu olur, çok çabuk üzülürüm. The Beatles'ı çok sever (bu aralar beatles rock band'i bana hediye almak istersiniz diye), Chris Martin'in sesiyle depresyona girer çok güzel Brian Molko taklidi yaparım. Arada belki sizinle SAT kelimelerimi paylaşırım- bu aralar hiç ezberleyemiyorum kerataları- Robinson Crusoe favori kitapçımdır- bi kez girince saatlerce çıkmak bilmem- size oradan da bildirebilirim. Caramel macchiato en sevdiğim kahvedir, aklınızda bulunsun.

"J'aime la vie, Je fais du vélo" ya gelince... Fransız özentiliği bu kulunuzda hep vardı. Şaka bir yana Fransız isim duyunca mest olanlardanım- bu Fransa'nın kendisini çok sevdiğimden değil-ki severim de- diline aşık olduğumdan... "J'aime la vie, je fais du vélo, je vais au cinéma" ise izleyicinin sinemadaki rolü ve Fransız sineması hakkında çok şeker, izlenesi bir belgesel. Hayatı, sinemayı ve fransızcayı sevenler için...


Şimdilik benden bu kadar,
Sıktıysam sizi affola
Vedamı ise Coldplay'le yapayım, beni sevin, okuyun diye=)


"i took my love down to violet hill
there we sat in snow
all that time, she was silent still

so if you love me
won't you let me know?"