11 Aralık 2011 Pazar

and do you still feel younger than you thought you would by now,
or darling, have you started feeling old yet?
don't worry i'm sure that you're still breaking hearts
with the efficiency that only youth can harness
and do you still think love is a laserquest
or do you take it all more seriously? 
i've tried to ask you this, in some daydreams that i've had
but you're always busy being make believe
and do you look into the mirror to remind yourself you're there
or have somebody's goodnight kisses got that covered?
when i'm not being honest, i'll pretend that you were just some lover


Hala aska inanip inanmadigimi bilmiyorum, gercekten bilemiyorum. Surekli o kisinin yaninda olmak istemek midir o duygu? Oda arkadasim birini ariyordu o biri "who thinks I'm awesome and wants to hang out with me all the time" olmaliydi. Birkac haftaya kalmadi oyle biri bulundu, 2 aylik sevgili oldu. Ask dedigimiz sey friends with benefits mi? Yoksa aradigimizda bulabilecegimiz bir sey midir gercekten? Biriyle bir omur gecirmek mumkun mudur? Cunku tanidigim herkesi daha fazla tanidigimda mutlaka gicik olacak seyler buluyorum ben mesela (icses: bu herkese mi oluyor yoksa ben igrenc bir insan miyim?) Insanlar o kadar aptal ki abuk subuk tesadufleri yanlis anlayip asik olduklarini sanabiliyorlar. Mesela yapilan bir psikoloji deneyinde (baya seksist bir deney okumadan once haber vereyim size) erkeklere playboy dergisi veriyorlar bir yandan da kalp atislarini dinleyebilecekleri bir cihaz var. Sonuclar gosteriyor ki deneye katilan erkeklerin cekici olarak isaretledikleri kadinlar kalp atislarinin hizlandigi anda isaredikleriymis. (Yani buradan heyecanlandi ve cekici olarak isaretlediyi cikarabiliriz) Ama deneyin olayi su ki, o kalp atisi kendi kalp atislari degil daha onceden kaydedilmis herhangi birinin kalp atisiymis. Yorumu size birakiyorum

8 Aralık 2011 Perşembe


There once was a girl with one little curl
Right in the middle of her forehead
And when she was good she was very good
And when she was bad she was horrid.
— Henry Wadsworth Longfellow 

1 Aralık 2011 Perşembe

Geri sayim

Ilk 2 ay hic ozlemedim. Kimseyi, hicbir yeri. Simdiyse her dakika eve gitmenin hayalini kuruyorum.

Hayatim surekli ne gittigi ne de biraktigi yere ait olabilmenin ve tam bir yere ait hissetmisken orayi birakmanin celiskisi icerisinde geciyor. Sanirim bu hep boyle olacak

27 Kasım 2011 Pazar

Pazarlardan nefret ediyorum. Tek yaptigi sey bana pazartesiye yetistirmem gerekenleri hatirlatmak. Cok aci.

23 Kasım 2011 Çarşamba

He heeyyy! New York'a gidiyorum yarin sabah! Anilar da yakinda gelir wait-for-it!
Asagidaki sarkinin bana en cok hitap eden kismini buldum:


Hiçbir zaman kök salmamış ki
Sırf birgün çekip gidebilmek için



Iste bu yuzden su an uzak diyarlardayim, en fazla 10 sene burada yasadiktan sonra buralardan da cekip gitmeyi planliyorum. Hatta planimi da hazirladim, lisede Model UN'e iyi ki girdim dememin sebebi bana Sinir Tanimayan Doktor'lari tanitmis olmasidir. Bugunlerde fark ediyorum ki sadece onu degil, Human Rights Watch, World Health Organization gibi orgutleri de tanitmis bana. Hem insan sagligina hem de insan haklarina bu kadar deger verip, surekli kacista olmak isteyen biri icin daha uygun bir meslek yok herhalde. 


Thanksgiving'de "Turkey" yemeleriniz bol olsun. 



15 Kasım 2011 Salı

Ipleri dolasmis ucurtmalar misali
Ne beraber ucabildik bosverip su dunyayi
Ne gidebildik kendi yolumuza
Ruzgarda savruk, basina buyruk

Senle ben...

13 Kasım 2011 Pazar

Pink Floyd dinlemeyeli o kadar oldu ki, icimi yakti simdi Hey You'yu duymak.

Sonbahar yapraklarinin sari, turuncu ve kirmizinin her tonu olan ulkede buz gibi havada yururken "Green is the color"i soylemek gibisi de yok tabi

3 Kasım 2011 Perşembe

Bu blog bir gun internet coplugunde yok olmazsa da gelecek nesiller bu blogdan ders almaya (!) falan kalkarlarsa buradan butun yeni jenerasyonlara sesleniyorum: orgo agzima sicti arkadaslar. Orgo denilen sey organik kimya. Tam bir saka. Gordugu her seyi ezberleyen cekik arkadaslarimiz bu derste cok basarili olduklari icin can egrisinin en elit kisminda yer almayi basarirlarken ben burada not bakimindan alfabenin her notunu gormeye alistim diyebilirim- dedi Turklerin arasinda en inek olan kiz.

Sevgili Ilteris'in de dedigi gibi, kacinilmazsa zevk almaya bakmam gerekiyor herhalde.
Hani olur ya yemekhaneden cikarsin, dunyanin en abuk saatine konulmus section'ina yetismeye calisirken, elinde butun stresinin acisini alircasina bir dondurma kulahi ama montunu giymeden disari cikmissin dunyanin en guzel kulesinin canlarini caldigi en guzel bahceye ve buz gibidir hava. E ne yapacaksin simdi? Yaninda kimse yok, dondurmayi nereye koyacak da montunu giyeceksin?

Karsidan gelip tam yemekhaneye girerken geri donup, "Kulahini tutmami ister misin?" deyip, vedalasirken de "Stay warm" diyen o yabanciya gunumu anlamlandirdigi icin tesekkur etmekten baska bir sey yapamam. 

1 Kasım 2011 Salı

Bunlar da kendime inspirational sozler

It’s not the load that breaks you down, it’s the way you carry it.
-Lou Holtz
Life will break you. Nobody can protect you from that, and living alone won’t either, for solitude will also break you with its yearning. You have to love. You have to feel. It is the reason you are here on earth. You are here to risk your heart. You are here to be swallowed up. And when it happens that you are broken, or betrayed, or left, or hurt, or death brushes near, let yourself sit by an apple tree and listen to the apples falling all around you in heaps, wasting their sweetness. Tell yourself you tasted as many as you could.
-Louise Erdrich

10 Ekim 2011 Pazartesi

Amerikalilar hakkinda gozlemlerim (Ders calismamak icin bahane blogu)

1. Yagmur camur, sicak, soguk; gece gunduz dinlemeden her yere parmak arasi terlik giyiyorlar ve bunu gayet normal buluyorlar. Her ne kadar gece dans etmeye gidip ayaklari ezilse, yagmurda flip flop giyip hasta olsalar da. Kaban giyip altina parmak arasi giyen bile gordum. Ama en klise amerikali sweatshirt, sort ve parmak arasi giyer arkadasim.

2. Oyle bir evrimlemisler ki kendilerini, her daim soguk su icebiliyorlar. Hasta olduklarinda ya da terlediklerinde (annelerimizin soyledigi gibi) soguk su icmeme aliskanliklari yok.

3. Bu cok bariz. 21 yas siniri oldugundan tek shotla sarhos olanlarini gordum. Asian glow tum hiziyla devam ediyor. Cekik arkadaslarimiz azicik alkolle kendilerinden gecip kipkirmizi oluyorlar.

4. Dans etmeyi bilmiyorlar. Dans edemedikleri ve cinsel arzularini yerine getirmek icin grinding adi verilen cirkin aktiviteyi gerceklestiriyorlar.

5. Bunu da biliyorsunuz. Yahudiler ve muslumanlarin cogu oyle olduklarini soyleyip aslinda inanmiyorlar ama birisi "I am a Christian" diyorsa, oyledir haberiniz ola.

6. Ben burada yarinki odevlerimi yetirstirmeye calisirken, bir hafta sonraki paper ve sinavlarina calismaya baslayip beni deli ediyorlar.

7. Amerikan ruyasi yalan degil, yalansa bile gercekmiscesine inaniyorlar. Eglenmek ve basarili olmak istiyorlarsa gece uyumuyorlar, sorun cozuluyor.

8. How are you? dediklerinde gercekten nasil oldugunu merak etmiyorlar. Ama kadere bak What's up ya da How have you been? dediklerinde gercekten seni dinlemeye hazirlar.

9. Konser ve muzik kulturleri (tabi bu konuda genius olup, yale symphony orchestra ya da college orchestralarda olanlar degil, genel olarak) yok denecek kadar az. Olanlarin kulturu house, dubstep ve her yerde calan Lady Gaga, Katy Perry tarzi pop muzikle sinirli.

10. Komikler. Ve Yale'deki herkes icin genelleme yapabilirim ki tuhaflar.


Simdilik soyleyeceklerim bu kadar. Aslinda var da simdi yarinki odevimi yetistirmem lazim.

Iyi geceler yedi cuceler.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Lisedeyken herkesin amaci universiteye girmekti, simdi bakiyorum benim gibi idealist oldugunu sanan insanlar bile bocaliyor, cunku onunde hedefin yok, gelecegin belli degil, ne okuyacagini bilmiyorsun.

Ne istemedigimi cok iyi biliyorum mesela. Is dunyasinda asla calismam diyorum, ofiste calismak da istemiyorum, kendimi ne avukat ne gazeteci ne labaratuvarda calisan bir biliminsani olarak gorebiliyorum. Tek bildigim guzel bir hayat yasamak istedigim.

Psikoloji kitabini okumak moralimi cok bozdu dun gece. 20-26 yas arasi hayatinizin fiziksel ve zihinsel olarak en guzel yillari sonrasi hep yokus asagi diyordu, ben de "Sagol canim" oldum. E madem 20ye geldik dayandik, o guzel yillari hakkiyla guzel gecirmek gerekiyor degil mi?

Yarin calculus midtermum var, bu haftaki 3. midtermum. Nasil bir sansim varsa artik 3u de ayni haftaya denk geldi, universite hayatimin ilk sinav doneminde hem de. Oda arkadasimla gun sayiyoruz, persembe gunu sapitmaya karar verdik. Cok iyi gecmedi sinavlarim, her zamanki Selen'dim yine, sinav oncesi panik ataklari gecirdim. Ama belki biraz hafife almisim buradaki dersleri ve insanlari, girerken kendime cok guveniyordum her turlu yaparim diyordum ama odevler, gitmen gereken toplantilar, baska aktiviteler araya girdikce calismayi erteledim iste. Buraya giren super zeki insanlar bir sekilde halledebiliyorlar hepsini, benim de ogrenmem lazim bunu.

Gece yatma saatlerim de degisti universitede haliyle. 12-1 oldu mu hemencecik esnemeye baslayan ben, 3lere 4lere kadar ayakta kalmaya basladim. (Tabi bunda sabah 6da kalkmak zorunda olmamamin da etkisi var)

Bugun isteki 2. gunumdu bu arada. O muhtesem sanat ve mimarlik kitaplarini yerlestirirken dusunmeye vakti oluyor insanin. Bir de bugun birisi circulation desk'e kitaplarini birakti ve gozume carpti bir tanesi "why photography matters as art as never before" ve okumaya basladim.

Sinavlarimin bitmesine sadece 24 saat kaldi:) Yay!

25 Eylül 2011 Pazar

Bunu benden duyacaginizi bilseniz gozleriniz yasarirdi, diyorum ki calis calis nereye kadar?

Calisma saatlerinin gece 2-3e uzamasinin normal bir aktivite oldugu, herkesin odevlerini yetistirip aksamlari partilere gittigi bir universitedeyim. En mutlu okul secilmisiz Amerika'da, ilginc.
Merhaba, ben gecen hafta hasta oldugu icin bu hafta da onunde 3 midtermu oldugu icin iki haftasonudur disari cikamamis bir universiteli gencim.

Evet, ne hos

22 Eylül 2011 Perşembe

Bugun ise basladim ve kutuphanede calismanin bu kadar guzel bir sey olacagini tahmin etmiyordum. Saatte 12 $ kazaniyorum ve haftada yaklasik 10 saat calisacagim, gectigimiz ay kredi karti limitimi asmis oldugum gercegi dusunulurse aslinda daha fazla calismam bile gerekebilir. Kutuphane yepyeni ve sanat tarihi & mimarlik kitaplarini barindiriyor, kutuphanede saatlerini geciren insanlar genellikle hipster, artsy tipler, kirmizi pantolonlar, kocaman gozlukler ya da genel olarak muhtesem ve kendilerine ozgun giyinen insanlar var hep ve SANAT TARIHI KITAPLARI!

Kutuphanenin yani Willoughby's (cok guzel kahvesi var), onun yani da Yale Daily News binasi. Bu sene yasamim oralarda gececek gibi duruyor. Cok yogunum, cok sikayet ediyorum ve az sonra kutuphaneye gitmek zorundayim ama burada yasamak guzel.

18 Eylül 2011 Pazar

Rory

Buraya gelmeden once kac bolum Gilmore Girls izledim bilmiyorum ama COK izledim onu soyleyebilirim. Simdi 6 ders alip birini birakmaya insanlar tarafindan zorlaninca, Yale Daily News icin oradan oraya kosusturunca bir de ise girince kendimi Rory gibi hissetmeye basladim.

Guzel bir his:)

17 Eylül 2011 Cumartesi

Yine ben

Bir insanin kendi ayaklari uzerinde durabilmesi o kadar onemli bir sey ki. Bir insanin ne kadar ozgur olabilecegini buraya gelinceye kadar fark etmemistim, akvaryumdan ozgur oldugunu sanip okyanusa dusenlerdenim ben. Yine de insan kendine bir sekilde sinirlar koymaya calisiyor, koymazsa sapitir biliyorum. Sapitanlari gordum, goruyorum. Bir de burada 17-18 yasinda bir vodkayla sarhos olan Amerikalilari gordukce yaslandigimi hissediyorum:)

6 Eylül 2011 Salı

Guzel bir gun

Dunyanin en boktan gununu gecirdim bugun. Sabahtan beri yagmur yagiyor ve ben sirilsiklam bir sekilde o dersten obur derse kosuyorum.

Aksam Dean'den bir e-mail aliyorum academic adviser'im e-mailine 1 gun (evet sadece bir gun) boyunca cevap vermedigim icin endiselenmis ve Dean'e haber vermis. Ayrica bugun Dean'den randevu almisim ve unutmusum cunku o sirada daha iki gun once bugun oldugu belli olan kimya lab'im vardi. Dean'le cok guzel bir baslangic oldu.

Hayatim ne guzel.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Matisyahu

O degil de gencler, dun gece Yahudi bir reggea/rapper'in konserine gittim. Kafasinda kippasi, pantolonundan sarkan puskulleriyle beatbox yapiyordu. Sonunda da adam stage dive yapti. Selen'den haberler simdilik bu kadar. Opuldunuz.

3 Eylül 2011 Cumartesi

   Bu gece tam iki hafta oldu geleli, az once fark ettim. Taslaklarimda baslayip yarim biraktigim bir suru yazi var, nasil anlatsam nereden baslasam gercekten bilemiyorum, soyleyecek o kadar sey var ki.
 
   Hayati boyunca ozgurlugu icin savasan ben, sonunda var oldugundan haberim bile olmayan sonsuz ozgurluge kavustum. (Klavyem icin uzgunum bu arada, buna kisa zamanda bir cozum bulmam gerekecek)
Bu ozgurluk beni hem sasirtti, hem mutlu etti hem de bocalamama sebep oldu ne yalan soyleyeyim. Baska bir ulkede, bambaska insanlarin arasinda, baska bir dilde konusurken aslinda istedigim anda baska birine donusebilecegimi fark ettim. Peki bunu istiyor muydum? Pink Floyd'u degil Dubstep muzigi sevebilirdim mesela, her gece frat partilerine giden ya da her gece kutuphanede sabahlayan biri olabilirdim, odamda kalmayi secebilirdim, Old Campus'in ortasinda daha gecen gun tanistigim insanlarla Bohemian Rhapsody'i soylemeyebilirdim,  Selen degil de Julia olabilirdim yani, oncesinde dusunseydim belki boyle olmayi secer miydim bilmiyorum. Ama kivircik kucuk kiz olmaya alistim birakamiyorum sanirim.

   Kafami kurcalayan bir de gelecege dair planlarim oldu tabi. Cocuklugumdan beri kafamda gelecege dair planlar vardi, buraya gelmeden alacagim dersleri secmistim bile. Buraya adim attigim anda kafamdaki butun planlar dagildi, Ispanyolcayla Fransizca arasinda kararsiz kalmisken simdi yepyeni bir dile baslamak var kafamda. Hayatimi laboratuvarda gecirmek istiyor muyum diye dusunuyorum hala. Buradaki herkes bir seylerde inanilmaz iyi, 8 dil konusan var, 5 enstruman calan var, benden beter random singer'lar var.

  Dersler hafiften basladi, etrafimdaki insanlari, girdigim siniflari, profesorleri gordukce hala burada olduguma inanamiyorum. Her gun yepyeni insanlarla tanisiyorum, Asyalilarin isimlerini okuyamiyor hep karistiriyorum ama CIP deneyimlerim sagolsun isim ezberlemede iyiyim. Kampuste yolumu bulmayi da ogrendim, kisa vadeli hedefim New Haven'daki en guzel restoranlara gidip en guzel yemekleri denemek, listem hazir bile.

  Oda arkadaslarim ne kadar 'weirdo' oldugumu anladilar bile. Suitimde yan odada kalan Asya-Kalifornyali arkadasimla az once Serdar Ortac dinleyip dans ettik ve ona yeni gelinle kaynana nasil dans eder onu gosterdim. Bana 'sebebi cok' ne demek diye sordu:) Tahmin ettigimden daha fazla ilgililer dunyaya ve Turkiye'ye karsi ve bir suru sey biliyorlar. 8 dil bilen cocuk bana Turkcede eklerin kelimenin son hecesine gore degismesini cok ilginc buldugunu soyledi. Kafamizdaki Amerikali tipleri de aynen buradalar, en tipikleri de Amerikan futbolu oynayan cocuklar, hepsi dev, kendi aralarinda cok eglenen baskalarini ezen tipler. Onlari gorunce kendimi Glee'de zannediyorum.

   Simdilik benden bu kadar. Ne edebi, ne komik ne de duzenli bir yazi oldu farkindayim ama buraya bir seyler yazmak zorundaydim. Hepinizi optum

19 Ağustos 2011 Cuma

Gitmek fiili hiç bu kadar anlamlı olmamıştı

Hayal ettiğim gün geldi çattı işte. İstanbul'da son gecemi yaşıyorum. Yarın sabah 11.00'de uçağım kalkıyor. Tabi hayal kurarken tam da böyle gerçekleşmiyordu her şey. Bu geceye dair söyleyeceğim çok şey vardı ama hepsini unuttum. Beni her zaman sadakatle ince gösteren aynamı, okunmaktan sayfaları ayrılmış ya da hala okunmayı bekleyen kitaplarımı, Beyoğlu'nu, son gecede beni telefon yağmuruna tutan arkadaşlarımı ve normalde her gün kavga etmemize rağmen şuan onlarsız yaşamayacağımı düşündüğüm ailemi bırakıp gidiyorum yarın sabah.

Yanıma aldığım şeyler de var tabi, güzel defterlerim var mesela, anılarımı yazayım diye alınan. Karnım ağrır diye bana alınmış rengarenk bir termoforum, renkli kalemlerim, ellerimi soğuk memleketlerde sıcak tutayım diye alınan ısıtma yastıkları, sabah aniden kargoyla gelen ve beni ağlatan paketim ve The Smiths albümüm var. Yeni Türkü koleksiyon albümümü bile sığdırdım fıstık yeşili bavuluma. Bir de fotoğraf makinemi alıyorum tabi, yabancı memleketlerde güzel fotoğraflar çekeyim diye.

Korkularım da var tabi yanımda götürdüğüm. Zaten iki gün önce, beş yıldır kurduğum tüm argümanlarımı çürütürcesine "Acaba Türkiye'de kalıp tıp mı okusaydım?" sorusunu bana sorduran, büyük ihtimalle beni bu gece uyutmayacak olan korkularım. Oraya yerleşince geçeceklerini umuyorum tabi ki.

Merak etmeyin korkuyorum diye ama. Geleceğe dair heyecanlı ve umutluyum çünkü. Burada bıraktığım bilgisayarımda kaydedilmiş şifrelerimi sildim dün, hayalini kurduğum yepyeni başlangıçlara gidiyorum. Güzel dersler alırım, güzel yerler görürüm, güzel insanlar tanırım diye mutlu oluyorum. Bir yandan da klasik bir babaanne duasını ediyorum içimden: "Umarım karşıma güzel insanlar çıkar."

Aylardır hem mutlu hem de mutsuz anlarımda öksüz bıraktığım bu blog'u havaalanına yola çıkmadan tam 7 saat önce yazıyorum. bunu yapıyor olmamın bir sebebi de eğer hala buralarda bir şeyler yazan bir Sophie olduğunu düşünüyorsanız hayal kırıklığına uğramayın, uzun süre görüşemesek de hayatımdan haberdar olun, ben de bu en az dört yıl sürecek maceramı kayıt altına alayım diye.

Ben buraya tekrar bir şeyler yazana kadar (umuyorum ki bu oraya varınca gerçekleşecek) kendinize iyi bakın ve beni özleyin olur mu?


16 Mart 2011 Çarşamba

Dünyanın en tatlı kuzeni benimkisi!

we burnt to the ground
left for you to admire
with buildings inside church of white.
we burnt to the ground left a grave to admire.
and as we reach for the sky, reach the church of white.

a sunday smile you wore it for a while.
a sunday mile we paused and sang.
a sunday smile and we felt true.
Beirut- Sunday Smile

I wish to weep

all theories
like clichés
shot to hell,
all these small faces
looking up
beautiful and believing;
i wish to weep
but sorrow is
stupid.
i wish to believe
but belief is a
graveyard.
we have narrowed it down to
the butcherknife and the
mockingbird.
wish us
luck.


Charles Bukowski

İkinci bir emre kadar beni en güzel anlatan şiir bu.

Stres!

3 haftadır diyet uğruna yüzüne bakmadığım çikolata ve kahveyle son 3 gündür epey içli dışlıyız maalesef. Ben yiyorum madem, sizin de canınız çeksin yiyin diye fotoğrafını da koydum oh olsun! Okulumuzun nadide konferansı RCIMUN'a kadar vermeyi planladığım kiloları da veremedim tabi ki. Sebebi de GERGİNLİK! Evet tam 15 gün sonra geleceğime dair önemli bilgiler ediniyorum. Hayır fal baktırmayacağım tabi ki de, Amerika'da başvurduğum üniversiteler kararlarını açıklayacaklar.

O gece için planlar yapıldı bile. Ally ve Macbook'u (Bir an Ally Mcbeal yazıyorum sandım, ihi) bize gelicek, G.'nin de gelmesini planlıyoruz, daha sormadık. Hatta büyük ihtimalle benim Duke bursu için mülakatım da o gece olacak. Herhalde öğleden sonramızı sinemada orada burada geçiririz, gece yarısına doğru da internetin başına kurulup mail bekleriz. En büyük korkum onlar mutlu olur da ben olamazsam en güzel gecelerini zehir edecek olma ihtimalim. Neyse kendime hakim olurum herhalde.

Evet bunları yazarken bile heyecanladım. Kararlar büyük ihtimalle verildi artık ama bunu okuyorsanız lütfen pozitif enerjinizi evrenden esirgemeyin. (Secret falan inanmıyorum da, varsa da faydasını görelim:D) Ben de karşılığında YGS'ye girecek herkes için pozitif enerji ve gülücük yollayacağım valla söz. (Zaten dönem olarak karanlık bir evre içerisindeyiz, herkes birbirine atar yapıyor, ama kızmadım size, affettim, siz de çok gerginsiniz)

Bir de Heart of Darkness bir gün elinize geçerse okumayın! O-KU-MA-YIN! Çok merak ediyorsanız ben size anlatırım.

14 Mart 2011 Pazartesi

Mart

Daha iki gün önce kar tatili olsun diye tuttururken şimdi sabahları kalktığımda güneşin beni uyandırıyor olması çok ilginç değil mi? Ya da en kalın montum yetmezken, şimdi sweatshirtlerin kalın geliyor olması. Baharın geldiğini ilk bugün hissettim ben, umarım yarın kar yağmaya başlayıp tekrar kışa döndürmez bizi mart. Servisten inip eve doğru yürürken kulağımda Zach Condon'un sesi, burnumda ise taze biçilmiş çim kokusu vardı. Uzun zamandır ilk defa kendimi huzurlu hissettim. Tam olarak mutlu değil belki, ama huzurluydum. Kimse de huzurumu bozamazdı.

Madem bahar geliyor, madem artık sınavlar benim için hiçbir şey ifade etmiyor, madem haftaya tatil o zaman artık kimsenin beni mutsuz etmesine izin vermemeliyim. Hadi öptüm.

Bu arada balkabağı çorbası berbat oldu, bir tek annem içti, canım annem.

13 Mart 2011 Pazar

Aman yani

Pumpkin Soup 2 by ..Moo
Pumpkin Soup 2 a photo by ..Moo on Flickr.

Şimdi başvuruların bekleme sürecindeyim ve başka da işim yok ya, yemeğe sardım ben. Geçen haftasonu pişirdiğim kalamar ve hazırladığım mükemmel sosu (çok alçakgönüllüyüm evet) evde epey beğeni toplayınca dedim "Sophie, kızım sen daha ileri seviye şeyleri bilem yapabilirsin" ve 1 saat öncesi itibariyle tofulu balkabağı çorbasına giriştim. Her şey çok güzeldi ki, malzemeleri rondodan geçirirken köri (tarifte miktarını belirtmiyordu ben de bir tatlı kaşığının ucuyla koymuştum) kokusunun içindeki diğer her şey (hindistan cevizi olsun, tofu olsun) daha baskın olduğunu fark ettim. Sütü de ilave ettikten sonra tadına baktım kiiiiii bizim balkabağı çorbası köri çorbası olmuş!

E ne yapayım ben şimdi aklıma, bana yardım etme bahanesiyle gelip her şeyi yapan tezcanlı annemi mutfaktan kovmuş olan ben başladım "anneee anneee" diye böğürmeye. Lakin yapacak pek bir şey yoktu, üstteki resimdeki gibi aynen olması gerektiği gibi gözüken ama tadından şüphe duyduğum çorbam şu an kısık ateşte pişmekte. İlk tadacak olan kurbanı ise bana bu aralar sürekli "sus artık" diyen kardeşim olarak belirledim.

Yapa yapa öğreniceğimi söyleyin lütfen!

17 Şubat 2011 Perşembe

Kuaför krizi

   2. sınıfta babamın ısrarlarıyla kısacık kestirdiğim saçlarımla gezerken, yolda karşılatığımız bir tanıdığımızın beni anneme "Ay ne güzel bir oğlan çocuğu böyle" (?!) diyerek övmesinden beri kısa saçtan da kuaförlerden de nefret ediyorum sayın seyirciler. İşte bu yüzden her seferinde "Ay saçların ne kadar az ve zayıf" diye ergengüvenimi tamamen yerle bir etmiş ve etmekte olan kuaförlere olabildiğince seyrek gitmeye çalışıyorum.
 
   Lakin sevgilisinden ayrılan her genç kadın gibi, ben de fırtınalı sevgilim applicationlardan ayrıldıktan sonra, kuaföre bir ziyarette bulunmayı kendime farz eyledim. Ve evet, o travmatik çocukluk deneyiminden beri saçımı hiç bu kadar kısa kestirmemiştim! Kuaför Yeliz Abla (yıllardır derdimi anlayan tek kuaför, en büyük dostum) "Kızım senin saçın kıvırcık, afro olursun" dedi ama ben "zayıf" saçlarımı tanıdığımdan bu riski aldım ve saçlarımın 17 santimetrelik kısmına veda ettim.

  Tepkilere gelince, beğenenlere çok teşekkürler, beni sizler yaşatıyorsunuz şekerlerim. Ancak ve ancak "Ay şeker kız candy gibi olmuşsun" (niye saçımla ilgili cümleler hep ay'la başlıyor?) "Ay küçük bir kız gibi çok tatlı" gibi tepkiler sinirlerimi zıplatmıyor değil! Ben artık 19 yaşındayım sevgili okuyucu ve artık sevimli şirin bir kız olmak istemiyorum. Ya da istiyorum. Siz seçin.

Bu da öyle bir blog'du işte.
  

15 Şubat 2011 Salı

Un Martien


Evet yanılmadınız, blogcağızımın yeni başlığı Fransızca ve adını yukarıda kapağını gördüğünüz, benim zamanında İngiliz Konsolosluğunun yakınlarındaki sahaflardan en diptekinden binbir yalvarışla indirim yaptırarak aldığım Fransızca kitaptan almakta. (Buzdolabındaki Marslı)

O zaman bu da size yakında Fransız Kültür'e tekrar başlayacağıma ve diyette olduğuma dair foreshadowing olsun. Benden söylemesi.

Özgürlük!

Evet, artık özgür bir kızım. Bana zamanında Santana konserinde 'Sende bir özgür kız havası var' diyen arkadaşa da haber eyleyin, artık lakabımın hakkını vererek yaşamaya hazırım. Bu blog benim melankolik hallerimden az çekmedi, dontcopy çok haklı. Artık bir özgürlük yazısının da vakti gelmişti.

Ne mi yaptım? Evet, öncelikle haber vermekten onur ve gurur duyarım ki BAŞVURULARIM BİTTİ! İki senedir o karanlık ağır derslerle ve abuk subuk amerikan sistemi sınavlarla ve de daha sonra binlerce kendimi anlattığım essay ve paragraf yazdıktan sonra, okula gitmenin sadece öğrenme isteğimi tatmin ettiği günleri yaşıyorum.

Öncelikle yemek pişirme ve ehliyetin vakti geldi de geçiyor bile arkadaşım! Geçen gün bu emellerime ulaşmak için sıfırdan seviye atlayarak bayağı bayağı kalamar pişirdim, sosunu da yaptım ve yaptıklarımla ev ahalesini doyurdum. Daha da iyi haber şu ki, hayır, zehirlenmediler! Mutfak sanatları akademisinin o mükemmel kurslarına katılmadan önce evde patates ve soğan doğrama, kek yapma, pratik ev yemekleri gibi el çabukluğu kazandıran ve yalnız kaldığımda ölmemi engelleyecek bilimum yetenekleri edinmekle başladım bu işe. Ondan sonra gelsin İtalyan Mutfağı, gitsin sushiler, tapaslar! Size de yapar getiririm artık.

Sonracığıma, ehliyet sınavı nisanda, onu beklemem gerekiyor çünkü ne yaparsanız yapın öğrenci psikolojisi değişmiyor arkadaşlar. Ben bu yaşıma geldim- üstelik çalışmayı da severim, erinmem- hala bütün işlerimi son dakikaya bırakıyorum ve bu yüzden yıllardır annemin dırdırına maruz kalıyorum. (Bkz. bugün gönderilen/gönderilemeyen burs formları)

Asıl önemli kısım da bunca yıldır okuyamadığım bütün kitapları okuma, izleyemediğim bütün filmleri izleme projesine giriştim ve evde seferberlik başlattım. Angie'nin iki sene önce önerdiği ve o günden itibaren benim de baş müşterisi olduğum filmci sayesinde fark ettim ki epey geniş bir film koleksiyonum olmuş. Bunlardan izlemediğim yaklaşık 15 tanesini izledikten sonra, hemen filmciye koşula, 12 film daha alına. Ha bu arada, !f istanbul'dan Utopia in 4 Movements adlı film/canlıgösterimsi olaya bilet aldım ve gerçekten çok merak ediyorum. Özellikle de Thomas More'un Utopia'sını, Marquez'in Yüzyıllık Yalnızlık'ını ve en meşhur dystopia'ları okuduktan sonra.

Neyse şimdilik bu kadar, yakında doğup büyüdüğüm şehre bir haftalık yolculuğum, babaannemin evi ve tatile dair yeni yazılarla geliciğim inşallah.

Beni özlemişsinizdir umarım

17 Ocak 2011 Pazartesi

25

Evet yarınki fizik finaline çalışma anlayışım internette String Theory hakkında makaleler okumak benim. Öğrenmeyi seviyorum dedim de, aynı tip soruyu 35 kez çözmekten hoşlanmıyorum, bunu da kimseye anlatamıyorum. Son finallerime girerken hala bunların acısını çekiyor olmam üzücü. Ama az kaldı dimi?

6 Ocak 2011 Perşembe

24

Bu sabah eski fotoğraflara baktım biraz. Çocukluğum, kardeşimi minicik bir bebekken kucağıma almak için çırpındığım fotoğraflar. Biraz daha hayal kurdum yine, bu sefer hem geçmişe hem geleceğe dair.

İlk uzun ve acılı kısmı atlattım. Önümde iki tane birer günlük, bir tane de bir haftalık yorucu ve acılı dönemler daha var. Ama fark ettiyseniz hedefim olan 30 Ocak geriye, 22 Ocak'a çekildi ve aslında az kaldı.

Biraz daha dayanmak gerekiyor sanırım