30 Kasım 2009 Pazartesi
30/11/2009
Sabah testlerimi çözmek için alarmı 6'ya kurmuştum aslında. Ama gözlerimi açtığımda saat neredeyse 9 olmuştu. Kızdım kendime, yine kalkamadığım için ama çok da aldırmadım. Bir kere de çözmeyeyimdi, zaten bir hafta kala da bir işime yaramayacaktı. Kahvaltıda bugün gidecek olan babaannem ve dedem dahil herkese ters davrandım, bahanem de hazırdı- hormonlar. Kahvaltıdan sonra testleri çözmeye başladım, bir kaç dakika sonra annem uzattı başını içeriye doğru. Tam kızacaktım ki elinde kendi hazırladığı sıkma portakal-nar suyunu görünce sustum. Ders saati de yaklaşmıştı zaten, her zamanki saatimizde yola koyulduk babamla- bu sefer annemler de geldi. Derse giderken YKY'de durdum bir kaç kitaba baktım, Işık Bahçeleri'ni görünce gülümsedim kendi kendime, biraz daha Amin Maalouf okumak lazımdı. Sonra her zamanki masamızda kasketli, bana bayram çikolatası almış olan arkadaşımı bu sefer sıcak bir kahve içerken buldum. Ders vakti gelmişti, artık gitmek lazımdı. Derste ikimiz de yorgun ve suskunduk. O kaç gecedir uyumuyordu, ben uyusam da ondan çok da farklı değildim. Bir sürü aptal yanlış yaptık, kötü espriler döndü etrafta. Dersten çıktığımızda elimizde tek bir tavsiye vardı: Bugün kendiniz için birşeyler yapın.
Eve gelmeden uzun süredir okumadığım, zaten hiç de takip etmediğim bir alışveriş dergisi aldım kendime. Bir sürü cicili bicili yılbaşı hediye seçenekleri vardır diye...Eve girince de sehpayı yakınıma çektim, kahvemi, bir tabakta çikolata ve jelibonlarımı hazırladım, kareli kırmızı battaniyemi de alınca hazırdım artık. İzlenecek film çoktan belliydi: inglizce adlar normalde hep çok daha güzel olsa da bu sefer türkçesi'ni tercih ediyorum, Kasımda Aşk Başkadır. Daha önce pek çok kez izlemiş olsam da the Notebook gibi soğuk günlerde sizi ağlatanlardan Sweet November. Zaten eninde sonunda öleceğimizi bilsek de, neden sadece kesin bir tarihle karşı karşıya geldiğimiz zaman hayatımızı doyasıya yaşamaya karar veriyoruz ki? Bütün bunları en başında yapsak olmaz mı? Hem o zaman her şey daha kolay olur.
-Why a month?
-Because it's long enough to be meaningful, but short enough to stay out of trouble.
26 Kasım 2009 Perşembe
Such a Rush (Coldplay)
such a rush to do nothing at all.
such a fuss to do nothing at all.
such a rush to do nothing at all.
such a rush to get nowhere at all
such a fuss to do nothing at al
** Bu aralar tarzını kendiminmişçesine benimseyip utanmadan kullandığım Angie'ye ve bu hiçbir şey yapmadan sürüklendiğimiz 'çılgın kalabalık'ların içinden çıkıp da bana yol arkadaşı olan dontcopymystyle'a çok teşekkür ederim.
25 Kasım 2009 Çarşamba
Le Jour D'Avant (Yann Tiersen)
Seven Years (Norah Jones)
A little girl with nothing wrong is all alone
23 Kasım 2009 Pazartesi
150 Kelime
ilhamla gelen edit: yıllık write-up'ları hayatı boyunca edebiyatı teoride görmüş ama hiç bir zaman uygulamaya geçirememiş öğrencinin edebiyatla imtihanıdır.
22 Kasım 2009 Pazar
Yellow Submarine
Bugün ilginç bir gündü yine... Kararlarımın arkasında durmam gerektiğini hatırlatan, irademi sınayanlardan... Bazen hissedersiniz ya bulunduğunuz noktadan sonra atacağınız adım, seçeceğiniz yön sizin karakterinizi, hayata duruşunuzu belirler, işte ben o adımda yine kaybettim galiba.
I wish we could all live in a yellow submarine.
"I'd never had that ticking clock feeling"
17 Kasım 2009 Salı
İstek Üzerine
Oyuna Devam
"Hiç bitmeyecek mi bu kısırdöngü?" diye soranlara...
rakipler kaçak güreştiler
hepsinin yumrukları vardı
dünyayı değiştirmek için verdiğimiz kırıntılardı
oyuna devam
biz hiç aldanmadık
biz hiç aldatmadık
desem yalan
oyuna devam
Bülent Ortaçgil
16 Kasım 2009 Pazartesi
Epicurean Paradox
Siz düşünedurun, ben de Epicurus'un sözlerini sizlerle paylaşayım:
If God is willing to prevent evil, but is not able to
Then He is not omnipotent.
If He is able, but not willing
Then He is malevolent.
If He is both able and willing
Then whence cometh evil?
If He is neither able nor willing
Then why call Him God?
15 Kasım 2009 Pazar
Angie'nin Düğün Pastası
Angie'nin düğün pastası nasıl olur diye geçenlerde konuşmuştuk dünya tatlısı ortak bir arkadaşımızla... O da bana buna benzer bir fotoğraf göstermişti, Angie'ye ancak bu yakışır diye. Flickr'da bu fotoğrafa rastlayınca kendimi tutamadım, hemen bir blog post yazmaya karar verdim! Hep beraber bu pastayı afiyetle mideye indireceğimiz güzel günlere...
i'll buy you a diamond ring my friend
if it makes you feel all right
i'll get you anything my friend
if it makes you feel all right
'cause i don't care too much for money
for money can't buy me love
14 Kasım 2009 Cumartesi
Yew

2007-10-18-059 London Hyde Park Grey Squirrel feasting on Yew Berries, originally uploaded by Martin-James.
Bu esrarengiz porsuk ağacı'nın kırmızı jelibonumsu meyvesi haricinde tohumu da dahil olmak üzere her yeri ölümcül derecede zehirli. RC kampüsünde de rastladığım 3 tane var bu porsuk ağaçlarından... Okulun insan üzerinde yarattığı baskıyı da düşününce... Korkmayın, bir arkadaşım çok güzel makaron yapmış bunlardan, anlatıp duruyordu ama bir türlü kısmet olmadı. Yakında makaron tarifimle buralardayım!
O
beni üzdügü zamanlarda bile...
yoklugunu hissetmek beni korkuturdu...
"cok kisilikli harf. sayfalar boyu tek kisiye aitse, tutkunun, huznun, bekleyisin merkezi haline gelir. ici bostur ya, doldur doldurabildigin kadar. noktalar dolusu.... o" (she's a maniac-ekşisözlük)
"yeri dolduralamayan, yerine yenisi koyulamayandır. bastırılamayan hıçkırıkların sahibi, en içten kahkahaların ortağıdır. zamanı geçersiz kılan, mesafeleri önemsiz yapan, duvarlarını yıkandır. sınırsızdır, yaşamayana tanımsızdır, kimisine imkansızdır...o aslında bir insanın sevdiği, sevebileceği tek yarasıdır..." (charming-ekşisözlük)
13 Kasım 2009 Cuma
Buluşmak Üzere
bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
öbür yanda güneş kendi keyfinde
ne de olsa yaz yağmuru
pırıl pırıl düşüyor damlalar
eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
dar attın kendini karşı evin sundurmasına
işte o evin kapısında bulacaksın beni
diyelim için çekti bir sabah vakti
erkenceden denize gireyim dedin
kulaç attıkça sen
patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su
ortadan ege denizi
bu efendi deniz
seslenmiyor
derken bi de dibe dalayım diyorsun
içine doğdu belki de
işte çil çil koşuşan balıklar
lapinalar gümüşler var ya
eylim eylim salınan yosunlar
onların arasında bulacaksın beni
diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya
çakmak çakmak gözleri
meydan ya taksim ya beyazıt meydanı
herkes orda sen de ordasın
herif bizden söz ediyor
bu ülkenin çocuklarından
yürüyelim arkadaşlar diyor
yürüyelim özgürlüğe mutluluğa doğru
her işin başında sevgi diyor
gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili
bi de başını çeviriyorsun ki yanında ben varım
Can Yücel
Between the Bars (Elliott Smith)
and i'll make you mine
keep you apart deep in my heart separate from the rest
where i like you the best
and keep the things you forgot
Wander Your Own Land
Şu zamanlar hayatımla ilgili kararlar aldığım bir dönem. Kendimi 3olarına gelmiş biri olarak hayal etmekte büyük güçlük çekiyorum;her şey o kadar belirsiz, karanlık ve flu ki... Nerede olacağım? Ne yapıyor olacağım? Kimlerle beraber olacağım?Kimlerle hala konuşuyor olacağım? Her gece yatmadan önce beni en az yarım saat uykusuz bırakan bu sorular şu an hayatımı oluşturuyor.
Uzaklara gitmek, sıfırdan başlamak, tanımadığım insanların ortasında tek başıma, yapayalnız olmak beni korkutmuyor değil. Ama bir o kadar da heyecanlandırıyor, mutlu ediyor. Kurulmuş bir düzenin ortasında, herkesin sizin için belirlediği kurallara göre oynamaktansa; gidip kendi kurallarımı kendim koymak daha cazip geliyor. Gözlerimi kapatıp 15 yıl sonra kendimi nerede gördüğüme gelince. Sanırım sınır tanımayan bir doktor olarak Nijerya, Darfur, Etiyopya gibi bir ülkede çocuklara yardım ediyorken görmek isterim kendimi. Kuşkularım yok mu, tabi ki var. Nasıl yaşarım oralarda? Tutunabilir miyim? Ama yazdığıma göre resmileşti bu hayalim artık. Beni hala akademik kariyer yapmak için çabalayan, sistemin kölesi olmuş bir öğrenci olarak görürseniz hatırlatabilirsiniz.
Saçmalamaya başladım yine galiba. Herkesin boş olduğunu düşündüğüm ergen sorunlarımı atlatmak üzereyim ama. Artık her insanın tanımaya değer olduğunu ve herkesin bu dünyaya bir şeyler katmak için geldiğini düşünüyorum.
Try to understand that I'm
Trying to make a move just to stay in the game
I try to stay awake and remember my name
But everybody's changing
And I don't feel the same.
Sivilce

12 Kasım 2009 Perşembe
Yağmur
Bana kızmayın bir- bir buçuk haftadır yazmıyorum diye SAT bile çalışamıyorum. Şu Cuma gününün tatil olması ilaç gibi gelicek.
Sınavdan çıkar çıkmaz dışarıya attım kendimi, yağmur yağıyordu ama nefes almaya ihtiyacım vardı. Yağmur çiselerken, adv. biyoloji lab report'u için ağaçların fotoğraflarını çekmem gerekiyordu, sarmaşık, ortanca, meşe, palmiye, zakkum, çam... Fotoğraflar sonra paylaşılmak üzere, selen birazdan Calculus'e gidecek.
Arada yalnız kalmak güzel şey...
1 Kasım 2009 Pazar
Eulogy to Rainy Days

Ain't no need to go outside...
But baby, you hardly even notice
When I try to show you this
Song is meant to keep ya
From doing what you're supposed to
Like waking up too early
Maybe we can sleep in
I'll make you banana pancakes
Pretend like it's the weekend now
And we could pretend it all the time
Can't you see that it's just raining
Ain't no need to go outside
But just maybe, laka ukulele
Mommy made a baby
Really don't mind the breakfast
'cause you're my little lady
Lady lady love me
'cause I love to lay here lazy
We could close the curtains
Pretend like there's no world outside
The telephone is singing
Ringing it's too early
Don't pick it up
We don't need to we got everything
We need right here
And everything we need is enough
Just so easy
When the whole world fits inside of your arms
Don't really need to pay attention to the alarm
Wake up slow, yeah wake up slow